YORGUNLUK ÇAĞINDA YAŞAMAK: HERKES KOŞUYOR, KİMSE VARAMIYOR
Sabah alarm sesiyle uyanıyoruz. Aslında “uyanıyoruz” dediğime bakma, beden kalkıyor ama ruh hâlâ yastığa yapışık. El telefonuna ilk bakış, sosyal medyada kaydırılan üç beş gönderi, haber başlıkları, bir iki bildirim… Daha güne başlamadan beynimiz yoruluyor.

Sonra başlıyor koşuşturma: İş, trafik, kalabalık, yetişmesi gereken sorumluluklar, ertelenen uykular, içilmeyen sular, geçiştirilen öğünler… Gün bitiyor, ama biz bitmiyoruz; tükeniyoruz. Sokakta yürürken kimsenin yüzüne doğru dürüst bakmıyoruz mesela. Herkesin elinde telefon, kulakta kulaklık, zihinde milyon tane düşünce…
Aynı şehrin sokaklarında yan yana yürüyoruz ama sanki ayrı ayrı dünyalarda yaşıyoruz. Bir mahallede, yan yana üç apartmanda oturan insanlar birbirinin ismini bile bilmeden ömür tüketiyor.
Yorgunuz.
Ama sadece fiziken değil; zihnen, ruhen, duygusal olarak da yorgunuz. Bir kafede, bir tekelde, bir markette kasanın önünde beklerken bile sabırsızız. “Hadi ama, çabuk ol!” bakışlarıyla yaşıyoruz. Oysa belki de karşımızdaki kasiyerin yüzüne gülümseyip “Kolay gelsin” demek, hem onu hem bizi hafifletecek küçük bir dokunuş olacak. Artık kimse kimseyi dinlemiyor. Herkes konuşmak istiyor ama kimse duymak istemiyor.
En çok da kendi iç sesimizi duymaktan kaçıyoruz. Çünkü durup kendimizi dinlesek, yıllardır biriktirdiğimiz yorgunlukla yüzleşmek zorunda kalacağız.
Akşam olunca da farklı değil…
Televizyon açık, telefon elde, gözümüz başka yerde, kafamız bambaşka yerde. Aynı evde yaşayan insanlar, aynı odada oturup birbirleriyle iki cümle konuşmadan geceyi bitirebiliyor. Sonra “Zaman nasıl geçiyor anlamıyorum” diyoruz. Aslında zaman değil; biz birbirimizin içinden geçip gidiyoruz. Peki bu yorgun hayatın içinde ne yapacağız? Her şeyi bir anda değiştiremeyiz belki, ama küçük yerlerden başlayabiliriz.
Bir sabah olsun, alarm çaldığında elimize hemen telefonu almak yerine, perdeden sızan ışığa bakalım. Bir gün olsun, işe giderken otobüste camdan dışarıyı izleyelim, insanlar ne yapıyor, şehir nasıl uyanıyor fark etmeye çalışalım. Mahallemizde her gün gördüğümüz ama adını bilmediğimiz esnafa, güvenliğe, komşuya bir “Günaydın” diyelim mesela. Belki de asıl mesele, hayatımızdan mucizeler beklemeyi bırakıp, küçük anların kıymetini hatırlamaktır.
Bir bardak çayın buharında, akşam serinliğinde esen rüzgârda, bir çocuğun gülüşünde, bir dostun omzunda dinlenebilmeyi tekrar öğrenmemiz gerekiyor. Çünkü biz; Faturalarla, borçlarla, işle, stresle, trafikle, gürültüyle çevrili olsak da, hâlâ insanız. Ve insan, en çok insana iyi gelir. Bir selam, bir hâl hatır sorma, bir “Nasılsın, gerçekten?” diyebilme cesareti bile bu yorgun çağda bir direniştir aslında. Belki bugün, sadece bugün, bir kişiye biraz daha anlayışlı davranalım.
Belki bu yazıyı okuduktan sonra, içinizden geçen o cümleyi ertelemeyin ve birine mesaj atın: “Uzun zamandır konuşamadık, nasılsın gerçekten? ”Kim bilir…Belki de bu yorgun çağda birbirimizi hatırlamak, yeniden başlamak için en büyük umudumuzdur.
Haber: ARDA ERİKAN
SİTELER TV – TÜRKİYE’NİN EN ÇOK İZLENEN İP TELEVİZYONU
İNTERNET MARKETİM – TÜRKİYE’NİN GÜVENLİ ALIŞVERİŞ PLATFORMU
STÜDYO AŞK – PROFESYONEL FOTOĞRAF STÜDYOSU
KARAPÜRÇEK GAZETESİ
SATILIK VARLIKLAR – ÜCRETSİZ İLAN SAYFASI
TÜRAV – TÜRKİYE VE AVRUPA İŞ İNSANLARI DERNEĞİ

